II. Dünya Savaşı'ndan 1980'lere kadar
geçen sürede gelişmekte olan ülkelerin çoğu "kalkınmacı politikalar"
uyguladılar. 1980'lere doğru kalkınmacılığın çeşitli sorunlar nedeniyle
işlerliğini yitirmesi sonucu ortaya çıkan çözüm, birçok ülke için
liberalleşerek ödemeler dengesi ve ihracat sorunlarını aşmak oldu. Bu süreç
yerli sanayilerin yapısını ve gelişimini derinden etkiledi. Siyasi ve ekonomik
açıdan Washington Oydaşması (Washington
Consensus) devletin ekonomiye aktif müdahalesini önemli ölçüde sınırlayarak
çeşitli uluslararası anlaşmalar yoluyla birçok sektörde özelleştirme ve
liberalleşmeyi artırarak küreselleşerek büyümeyi tek yol olarak sundu. 2000'lere
kadar çok az kişi küreselleşmeden şüphe duydu. Ne var ki 1997 Doğu ve Güney
Asya Krizi, Dünya Ticaret Örgütü (WTO)
görüşmelerinin tıkanması, ABD'deki cari açık krizi ve son olarak 2008 Küresel
Finans Krizi küreselleşmenin de sihirli iksir (panacea) olmadığı gösterdi. Wallerstein'in 2005 yılındaki sunumu kalkınmacılık
sonrasındaki küreselleşmenin geleceğini sorgulamaktadır (Wallerstein, 2009).
Wallerstein, kapitalist küreselleşmeci
sistemin küresel ölçekte Danimarka seviyesinde bir refah vaat edip etmediği ve
siyasi olarak asimetrik güç dengesinin ortadan kalkma olasılığı ile bu olayların
gerçekleşmemesi durumunda ne gibi alternatiflerin olduğu noktalarını tartışmaktadır.
İlk olarak,
Danimarka seviyesinde bir refah artışı kapitalist dünya sisteminin bugüne kadar
olan tarihinde hiçbir zaman gerçekleşmemiştir. Küresel sistem daima
merkez-çevre arasındaki artık değer aktarımı (surplus transformation) yoluyla işlemiştir. Bu durumda dünya
üzerindeki ülkelerin aynı yüksek gelir seviyesine yakınsamaları ihtimal
dışındadır. Tarihsel olarak ise mekanizma tam tersi yönde, yani ıraksama
yönünde gelişmiştir. Sistemin işlerliği merkezdeki tekel gücüne sahip
firmaların kârlılığı ve bundan kaynaklanan sermayenin birikim süreci sonucunda
ortaya çıkan sermaye gücü üzerine kuruludur. Tekel gücün ve sermaye
birikiminden kaynaklanan kârlılığın ortadan kalması bir anlamda kapitalist
dünya sisteminin de sona erdiğini gösterecektir. Sonuç olarak gelecekte
sermayedar merkez ülkeleri ile çevre ülkeleri arasındaki kutuplaşma daha da
artmak zorundadır. Gelişmekte olan ülkelerin "kalkınma başarısı"
sonucu bu kutuplaşma ortadan kalkacak olursa sistem zaten durgunluğa girecek ve
işlerliğini kaybedecektir. Wallerstein'a göre ilk durum daha olası
görünmektedir. Dolayısıyla şu anki dünya sistemi refah dağılımı veyahut hiçbir
anlamda bir Danimarkalaşma vaat etmemektedir.
İkinci
olarak, sistemin eşitlikçi vaatler sunmadığı halihazırdaki asimetrik güç
dengesinde sürdürülebilirliliği de pek mümkün görünmemektedir. Fakat bu sonun
1960'larda düşünüldüğü gibi alt tabakadan gelen devrimci halk hareketleri (eski sol) ile gerçekleşeceği düşüncesi gerçekçi
değildir. Wallerstein'in "Porto Allegre Ruhu" olarak nitelediği
küreselleşme ve neoliberalizm karşıtı akımın da bu noktada başarıya ulaşması
mümkün görünmemektedir[1].
Sistemin yıkılışı noktasında Wallerstein, J. A. Schumpeter ile aynı görüştedir[2].
Kapitalist dünya sistemi bugüne kadar sermaye birikimini devam ettirerek ve alt
tabakadaki "tatminsiz sınıfı" siyasi olarak kontrol altında tutarak
gelmiştir. Bu iki unsur sistemin devamlılığı için hayati önemdedir. Yakın
geçmişte sermaye birikimini mümkün kılan düşük üretim maliyetleri artmaya
başlamış ve kapitalist birikim üretimden finansal spekülasyona doğru kayma
yaşamıştır. Fakat bu sektör de uzun vadede sürekli bir karlılık garanti
etmemektedir. Üretim unsurlarının ücreti politik süreçler sonunda artmaktadır. Küreselleşmeci
sermayedar kesim üretim maliyetlerini içselleştirerek kamuya yıkmak ve vergi
maliyetlerini azaltıcı düzenlemelerle bu durumdan kurtulmaya çalışsalar da
üretim maliyetleri kapitalist birikimin ilk aşamalarına oranla oldukça yüksek
seyretmektedir. Dolayısıyla kapitalist sistemi sona doğru sürükleyen sistemin
başarısı sonucu ortaya çıkan üretim maliyetlerindeki artışın[3]
sermayeyi finansal sektöre sıkıştırmasıdır. Sermayedar kesimin sahip olduğu
siyasi ve ekonomik üstünlüğün bu şekilde düşüşe geçmesi sistemin sürdürülmesini
siyasi olarak mümkün kılmamaktadır.
Sistemin
sürdürülebilirliliği mümkün olmadığına göre ortaya çıkacak alternatif bu
sistemin zayıf noktalarını gideren bir biçimde olacaktır. Fakat kesin bir
alternatif ortaya koymak bu durumda mümkün değildir. Gelecekteki sonuç
günümüzdeki karşıtlıkların sonucunda ve küresel mücadelenin sonucunda belli
olacaktır. Bu noktada üç temel durum belirleyici öneme sahiptir. ABD, Batı
Avrupa ve Japonya/Uzak Doğu (the triad)
arasındaki hegemonik merkez olma mücadelesi; Kuzey-Güney arasındaki artık değer
(surplus) mücadelesi; son olarak da
küreselleşmenin içine soktuğu kriz ve bu kriz sonrası yeni bir sisteme
geçinceye kadar devam edecek olan geçiş süreci. İlk çekişme hegemonik merkez
olma noktasındaki uzun süreden beri devam eden kültürel, ekonomik ve siyasi
mücadeledir. Wallerstein'a göre son durumda üç aday da eşit şansa sahiptir[4].
İkinci çekişmenin sonucunda ise halihazırdaki durumdan çok farklı bir senaryo
beklenmemektedir. Güney'in kalkınmacılık döneminde elde ettiği kazanımlar, küreselleşme
sürecinde Kuzey'in politik başarılarıyla yok olmuş durumdaydı. Günümüzde ise
hem Kuzey'in kendi içindeki görüş ayrılıkları hem de uluslar arası gündemin
çatallaşması Kuzey'in avantajlarını elinden almaktadır. Son çekişme ise küresel
ölçekte sermayedar Davos ruhu ile Porto Allegre ruhu arasında yaşanmaktadır.
İki grubun da ortak halihazırdaki ve gelecekteki durumla ilgili fikir birliği
içinde olmamaları geleceğe yönelik aktif bir mücadele alanı bırakmaktadır.
Wallerstein'a göre bu durumda Porto Allegre yanlısı hareketlerin yapması
gereken "… güçlerinin yettiği ölçüde
her nerede olursa olsun ticarileşmeye karşı mücadele etmektir"
(Wallerstein, 2009: 126).
Sonuç olarak
kalkınmacılık dönemi Güney'in önemli kazanımlar elde ettiği bir dönem olmasına rağmen
sürdürülememiştir. Kuzey'in işleri tersine döndürdüğü küreselleşme dönemi ise
kapitalist dünya sisteminin kendi içindeki politik ve ekonomik sorunlar
nedeniyle krize girmiş ve yakın gelecekte çökmesi beklenmektedir. Küreselleşme
sonrası ortaya çıkacak alternatif ABD, AB ve Doğu arasındaki hegemonik merkez
mücadelesi, Kuzey-Güney arasındaki uluslararası politik mücadele ve son olarak
da Porto Allegre Ruhu'nun gündemi belirli olmasa da küresel ölçekte
ticarileşmeye karşı giriştiği/girişmesi gereken mücadeledir. Küreselleşme
kapitalizmin kaçmak zorunda kaldığı son strateji olarak görünmektedir. Sistemin
sürdürülebilirliliği olası görünmemektedir. Yerine gelecek alternatif ise
yukarıda bahsedilen üç çekişme alanının sonucunda ortaya çıkacaktır.
Referanslar
Arrighi,
Giovanni (2009), Adam Smith Pekin'de: 21.
Yüzyılın Soykütüğü, Yordam Kitap: İstanbul.
Schumpeter, J.
A. (2013), Kapitalizm, Sosyalizm ve
Demokrasi, Alter Yayınları: Ankara.
Wallerstein, I.
(2009), "Kalkınmacılık ve Küreselleşmeden Sonrası Ne?", Kudret
Bülbül, der., Küreselleşme: Temel
Metinler, Orion Kitabevi: Ankara, içinde, ss. 109-130.
Araş. Gör. Abdullah ERKUL
İktisat Bölümü - Balıkesir Üniversitesi
E-mail: erkul@balikesir.edu.tr
[1] Wallerstein 1960'lardaki
devrimci hareketlerin ideolojik bağımlılığı aşamadığını düşünmekte ve
"Porto Allegre Ruhu" dediği neoliberalizm karşıtı akımın ise daha
bağımsız ve ekonomik eşitsizliklere dayalı küresel bir hareket olduğunu
vurgulamakta ve 20-30 yıllık gelecekte dünya üzerindeki politik tartışmalarda
önemli bir unsur olarak varlığını sürdüreceğini düşünmektedir. Yine de,
Wallerstein'e göre sistemin çöküşü "Porto Allegre" gibi devrimci alt
sınıf hareketlerinden değil de kapitalist sistemin kendi işleyişi içindeki
farklı sebeplerden olacaktır.
[2] Bknz. Schumpeter, J. A. (2013), Kapitalizm, sosyalizm ve Demokrasi,
Alter Yayınları: Ankara.
[3] Üretim maliyetlerindeki artış,
emekçi kesimlerin tüketim kapasitesinin artması sonucu ücretlerin yükseliş
trendine girmesidir.
[4] Giovanni Arrighi son kitabında
bu mücadele üzerinde durmakta ve farklı senaryolarda oluşacak olumlu-olumsuz
sonuçları değerlendirmektedir. Bknz. Arrighi, Giovanni (2009), Adam Smith Pekin'de: 21. Yüzyılın Soykütüğü,
Yordam Kitap: İstanbul.